27 Haziran 2014 Cuma

ASTRAL


Uyandığımı zannettim önce, yatakta otururken, örtünün altından çıkan sol bir ayak gördüm. Aniden irkildim çünkü benim değildi ayak – yetişkin bir erkeğe aitti. Aynı anda da sağımda bir varlığın sesini duydum. Ne insan ne hayvan ne de herhangi bir dünyevi sesle karıştıramazsınız o kısık yarı-canlı/yarı-mekanik sesi. Bir anlık bir korkuya kapıldım ama hemen onu yenerek ayağa kalktım. Bilincim keskinleşerek astral gerçeklikte olduğumu anladım. Bundan sonra yaşanacakların enerji seviyeme ve olayları yönetme ustalığıma bağlı olduğunu hatırladım. Hah, bir de şu ne olduğu belirsiz olan varlığa.
Direkt olarak tavandan çıkabilme ümidiyle önce yatakta zıplamaya başladım fakat birkaç denemeye rağmen tavanın sertliğini aşmayı başaramadım. Sonra cama yönelip açarak dışarıya baktım. Odamın dışındaki gerçeklik dünya gerçekliğinden bir hayli farklıydı. Normalde altıncı katta yaşadığım halde camdan aşağı olan yükseklik çok çok fazlaydı. Sanki 30 kat civarı bir yerde gibiydim. Yükseklik beni biraz düşündürse de endişe çok sürmedi ve dışarı doğru havada iki adım attım. Açık havaya çıkmakla beraber solumda bir ağacın gövdesinin yanında buldum kendimi. Dalları başımın bir hayli üzerine kadar uzayan bu ağaç, devasaydı. Gövdesi o kadar kalın görünmese de uzunluğu şaşırtıcıydı. Solumdaki ağacın yanında bir tüy gibi yavaşça aşağı inerken, tam karşımda dev bir plazma ekran açıldı. Ekranda parlak canlı renkleriyle dev bir mekanik aslan, bana bakıyordu. Bu aslanın mekanik olması, canlı olmasına engel değildi. Çok yüksek bir zeka ve bilinç akıyordu gözlerinden. Ben aşağıya doğru düşerken bu ekrandan bakan aslan da benle beraber düşüyordu. Yolun ortasına doğru birden külçe gibi ağırlaştım ve çok hızlı bir şekilde yere doğru uçtum. Çarpmaya saniyeler kala güvende olduğumu hissettin, ardından yumuşak bir inişle toprağa bastım. Ekrandan bakan aslan hala karşımdaydı. Ekranın görüntüsü yavaşça buharlaşıp sadece aslan kaldı, bana doğru iki adım atarak yere uzandı. Ön patilerini ileri uzatıp başını da onların üzerine koyunca, bir tür saygı, güven ve kabulleniş ifadesinde bulunduğunu anladım.
Etrafıma bakındım nerede olduğumu anlamak için. Kalabalık, aşırı betonlaşmış ve havası pis olan, toprağı kuru, otları sararmış olan bir şehirdi burası. Önümdeki uzun binanın önünde park eden üç aracın plakalarından biri 37, biri 66 diğeri de X ile başlıyordu.  İleride, boğazın dalgalarını ve köprülerini taklit eden sarı renkte sefil bir peyzaj vardı. Sanki boğaz çoktan yok olmuş, hatırası bile doğru dürüst canlandırılamayacak kadar silikleşmişti. İçime bir sızı düştü, üzüntüden nasıl uçacağımı unutacak gibi hissettim. Sadece niyetle denesem de olmadı. Bunun üzerine ellerimi havaya kaldırıp salladım, neyse ki bu işe yaradı. Yükselmeye başladığımda şehirdeki yapılaşma daha da belirginleşti. Yukarı doğru uçtum, uçtum ve nihayet pis hava tabakası bitti, temiz bir nefes aldım. Büyük bir binanın tepesindeki terasa kadar ulaşmıştım. Bu muhtemelen bir iş merkeziydi ve binada çalışanlar terasta konuşlanmış kafetarya masalarında vakit geçiriyordu. Masaların arasında hepsi erkek olan esmer garsonlar dolaşıyordu. Astral dünyanın iki düşmanı, iki içgüdümüzdür ve bunlardan ikincisiyle tekrardan karşılaştım… Bu karşılaşma oradaki varlığımın sonu oldu maalesef.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder